Güneşli,
güzel bir ilkbahar günüydü. Nöbetçi öğretmen kendisiydi. Her zamanki gibi köyün temiz
havasını ciğerlerine doldura doldura, bahçede öğrencilerin arasında
dolaşıyordu. Onların oyunlarını, şakalarını, arkadaşlıklarını sezdirmeden
izlemek onun için tarifsiz bir zevkti. Her dinlenme saatinde en az üç beş şikayet dinleme alışılmış bir durumdu.
—
Öğretmenim, Ali oyunumuzu bozuyor!
—
Kamil bana çelme taktı öğretmenim!
—
Paramı düşürdüm öğretmenim!
Daha pek çok şikayet dertlenme
sıraya dizilirdi. Her şikayetin ayrı anlamı olurdu. Ali’yi şikayet eden çocuk,
onu kolluk kuvveti olarak kullanmaktayken, parasını kaybeden, dedektiflik
istemekte, yanı başında yürüyen ve onu
gölgesi gibi takip eden küçük kız, sevgiye muhtaç ilgi bekleyen duruşuyla belki
de babalık yapmasını beklemekteydi. Onun gözlerindeki sevgi açlığını görüp,
elini okşamak için başına götürmeye görsün, sağanak yağmurdan saçak altına
sığınmış serçe kuşları gibi yanaşıverirdi koltuğunun altına.
Öğrencilere
bakarak düşüncelere dalmışken, sınıfının önünde bir koşturma çekti ilgisini.
Bir grup öğrencisi;
—
Öğretmenim! Öğretmenim! Diyerek ona doğru hızla geliyordu. Onları
sakinleştirdi, ne olduğunu anlamak için sorular sordu. Sıkıntılı bir biçimde
elini saçlarına doğru götürdü. Akıl karıştığında, anlam veremediği durumlarda
yapardı bunu. Sınıftaki bütün kalemler kaybolmuştu. Çalınma ihtimalini hızla
aklından uzaklaştırdı. Onun öğrencileri yapmazdı. Onları o şuurla
yetiştirmişti. Beş koca yıl emek vermiş, ruhlarını, ahlaklarını dantel gibi işlemişti.
Hırsızlığın, her türden hırsızlığın en kötü şey olduğunu öğretmişti onlara. Her
kötü hareketin, işlenen her suçun bir gün mutlaka ortaya çıkacağını, suçluların
sonsuza kadar saklanamayacaklarını iyi biliyorlardı. Nasıl olurdu? Böyle çirkin
bir olay onun sınıfında nasıl meydana gelirdi?
Sınıfa girdi, öğrencileri topladı, kaşları çatılmış, yüzü asılmıştı bir
kere. Öğrencilerde de derin bir endişe gözleniyordu. Herkes yerine oturmuş
öğretmenlerine bakıyordu. Onun gözünden hiçbir şey kaçmazdı. Muhakkak bulurdu
bunu yapanı. Ve yanına da kar kalmazdı. Neden sonra öğretmenleri başını
kaldırdı. Tek tek gözlerine baktı önce, sonra tane tane konuşmaya başladı.
Öfkesini tutmakta zorlandığı belli di. Dişlerinin arasından hayal kırıklığına
uğramış bir tonda çıktı ilk cümle;
—
Bu çok yanlış bir davranış çocuklar. Eminim bunu
yapanda biliyordur. Bir sonraki dinlenme saatinde hanginiz bunu yaptıysa beni
bulsun, kesinlikle kızmayacağım. Dedi. Ders boyunca sınıfa bir sessizlik hâkim
oldu. Öğretmenleri erdem, ahlak, doğruluk, dürüstlük, iyilik, üzerinde konuştu,
durdu. Hikâyeler anlattı, kendi hayatında yaşanmış örnekler verdi. Dinlenme
zili çalış dışarı çıktıklarında da yanına gelen olmadı. Ders içeri giriş zili
çalıp sınıfı girdiklerinde, öğrencilerine son bir uyarıda daha bulundu. Her
birinin gözlerine tek tek baktı. Sanki ruhlarının fotoğrafını çeker gibiydi.
Bulamamıştı. Ne “Ben yaptım.” Diyen vardı. Ne de o bir yolunu bulup gerçeğe
ulaşabilmişti. Sandalyesine oturdu. Öğrencilerini yanına çağırdı tek tek sordu.
Kendince onlara son bir fırsat daha vermişti. Yine de hiç kimse “Ben yaptım.”
Demiyordu. Bu hırsızlığı yapanın, avcıdan kaçıp çalı arkasına saklanan tavşan
gibi yüreğinin küt küt attığını biliyordu.
Aslında bu işi yapanı utandırmak ve öğrencilerin gözünde küçük düşürmek
de istemiyordu. Onun derdi bu kötü hareket bir yol olmasındı. Ne yapması
gerektiğini bir türlü karar verememişti. Ama yakalayamazsa cesaret bulur yine
yapardı. Öğretmen kandırdım derdi. Suç işleyenin yanına kar kalırdı. Tam pes
edecekti ki gözüne, sıraların aralıklarında katlı duran masa örtüleri takıldı.
Örtüleri yerinde çıkarmadan sıra sıra dolaşarak tek tek eliyle yerinde yokladı.
Son sıraya geldiğinde bir demet halinde kalemler eline geldi. Öğrencisiyle göz
göze geldi. Şaşırdı. Hiç ummadığı bir öğrenci idi. Deseler bu yaptı hiç ihtimal
vermezdi. Öğrencinin yanakları kızardı önce, sonra gözlerini büyük bir
mahcubiyetle yere indirdi. Öğretmen ellerini yavaşça çekti bir şey bulamamış
gibi yorgun bitkin gidip sandalyesine oturdu. Ne yapacağını kestirmeye çalıştı.
“Biraz korkması lazım!” diye düşündü. Son dinlenmeye çıktıklarında öğrenciyi
öğretmenler odasına, yanına çağırttı:
—
Beni hayal kırıklığına uğrattın Kenan !” dedi.
—
Yaptığın bu çirkin hareketi yetkililere bildireceğim.
Diye devam etti.
—
Nasıl yaptığını şurda yazılı olarak bana anlat. Sonrada
altını imzala, dedi bir kağıt ve kalem uzatarak.
Çok ciddi görünüyordu. Kenan,
sessizce kalemi alıp yamak için kağıdı düzeltirken, o günün son dersine girmek
için sınıfa doğru yöneldi. İçindeki sıkıntı daha da artmıştı sanki. Yaptığının
doğru olup olmadığını bilmiyordu. Aklına başka çözüm yolu da gelmemişti. Son
dersi bu karışık duygular içinde geçirdi. Ders defterini işlerken, çalan zilin
sesiyle birlikte öğrencilerine;
—
İyi akşamlar çocuklar! Ödevlerinizi yapmayı unutmayın!
Diyerek, çantasını topladı ve Öğretmenler odasına yöneldi. Odada Kenan elinde
kalem bekliyordu. Ders saati boyunca bir sayfaya yakın bir şeyler karalamış ve
altını da dediği imzalamıştı. İlçeye giden minibüsün korna sesiyle birlikte öğretmen
de aceleye geldi.
—
Ver oğlum. Diyerek, Kenan’ın elindeki kâğıdı aldı,
çantasına koydu.
—
Evde okurum, diye düşündü.
Arkadaşlarına;
—
İyi akşamlar! Dedi.
Bekletmeden minibüsteki yerini
aldı. İlçeye giden yol yarım saatten fazla sürerdi. Aklına hazır rahatlamışken Kenan'ın ne yazdığını okumak geldi. Çantasını açtı. Katlayarak koyduğu ifade kağıdını aldı. Okumaya başladı. Birden bire irkildi.
—
Eyvah! Ben ne yaptım?
Diye döküldü ağzından ilk cümleler.
“Çok utanıyorum! İyi bir şey
yapmadığımı biliyorum. Artık eve de gidemem! Kimsenin yüzüne bakamam. Artık
okula da gelmeyeceğim. …….” Ve bu meyanda devam edip gidiyordu Kenan'ın yazdıkları.
—
Eyvah! Ben ne yaptım! Dedi bir daha. Kederle,
pişmanlıkla dökülüyordu dudaklarından cümleler. O andan sonrasını bir daha net
olarak hatırlayamadı. İki de bir; “Ben ne yaptım! Ben ne yaptım!” deyip
duruyordu. Eve nasıl geldiğinin farkına varamamıştı. Ayakları kendisini her
zamanki yollarda geçirmiş, kapının önüne kadar getirmişti. Kapıyı açan eşi,
onun kireç gibi beyaz yüzünü ve dalgın bakışlarını görünce;
—
Neyin var? Diye sordu.
Çantasını içeri bırakırken,
—Yok, bir
şeyim, dedi yarım yamalak. Ama çok şey vardı. Külçe gibi koltuğa çökerken; “Ya
bir şey yaparsa kendine?” dedi. “Ya terk ederse evi gerçekten!” “Ya……!” Daha
fazla ihtimal sıralamaya devam edemedi. Aklına bile getirmek istemiyordu. Ama
bütün kötü ihtimaller yağmur gibi beynine üşüşüp duruyordu. Olmaz değildi. Gazetelerde bundan daha basit
nedenlerden dolayı evini terk eden, canına kıymayı düşünen ve hatta teşebbüs eden
çocuklarla ilgili haberler yer alıyordu. Bir aralık öğrencisini aramayı
düşündü. Ama gerçekle yüzleşmekten korktu. “En iyisi beklemek .” diye geçirdi
içinden.
Yarın nasıl
olacaktı? Zaman onu kahredercesine uzadıkça uzuyordu. Dakikalar, gün saatler
yıla dönmüştü nerdeyse. O gece hiç uyuyamadı. Gözleri tavana mıhlı, o yana bu
yana döndü durdu yatakta. Eşinin;
—Neyin var
bey? Sorusana,
—Yok,
bir şey. Deyip geçiştirdi. Çok şey olduğunu nasıl söyleyebilirdi ona.
Sabah olduğunda gözleri,
uykusuzluktan kızarıp şişmiş göz kapaklarının altında iki karanlık çukur olmuştu. Fersiz, renksiz, cansız iki çukur. En uzun gecesiydi hayatının bu
geçirdiği. İşte yeni bir gün başlıyordu. Okula gidişinin her zamanki neşesi
yoktu üzerinde. Sehpaya çıkmaya hazırlanan mahkumlar gibi ağır ağır hazırlandı.
Evden çıktı çıkmasına da, geri gitmek ister gibiydi adımları.
Okula
vardığında gözleriyle Kenan'ı aradı. Arkadaşlarıyla okul bahçesinde sakin sakin
oynar buldu onu. Derin bir “Oh!” çekti. Omuzlarını çökerten yük, birden kalkmıştı.
Gözleri ışıldamış, içindeki sevinci işaretlemek istercesine dudakları
tebessümle iki yana yayılıvermişti. Yeniden doğmuştu sanki.
— Bir daha mı? Dedi. Ancak kendi duyacağı bir mırıltıyla.
Yaptığı yanlışın büyüklüğünü düşündü. Öğretmenlik hata affetmiyordu. Bir basit
yanlış yetiyordu dünyaları karartmaya. Onların hodbin ellerinden neler
çekiyordu bu çocuklar? Bu meslekte tecrübe pahalı ve lükstü. “Araştırmak,
soruşturmak okumak lazım.”Dedi, içinden…
………………………….
Aradan
uzun yıllar geçti. Bir daha böyle yanlışlar yapmadı. Bu ona iyi bir ders
olmuştu. Onlar hata yaptığında, bedelini küçücük çocuklar ödüyordu. O zaman
içinde yaşlanırken, mesleğinde de pişmiş olgunlaşmıştı. Bu süre içinde Kenan’da
büyümüş, kocaman bir delikanlı olmuştu. Sebepler, ihtiyaçlar, tesadüfler onu
defalarca Kenan’la karşılaştırdı. Bir arkadaş, bir dost gibi selamlaşmak,
merhabalaşmak, şakalaşmak istediği öğrencisi onu her gördüğünde, ya yolunu
değiştirdi, yada yanından kurşun gibi hızla yere bakarak geçti gitti.
Kaybettiği bu çocuğun ardından bakarak, her seferinde bir çift söz boşluğa
döküldü.
—Ne yaptım
ben?
—Ne yaptım
ben?
Safranbolu -1987 Hüseyin KARATAŞ