16 Nisan 2013 Salı

Bir Hata




         Güneşli, güzel bir ilkbahar günüydü. Nöbetçi öğretmen kendisiydi. Her zamanki gibi köyün temiz havasını ciğerlerine doldura doldura, bahçede öğrencilerin arasında dolaşıyordu. Onların oyunlarını, şakalarını, arkadaşlıklarını sezdirmeden izlemek onun için tarifsiz bir zevkti. Her dinlenme saatinde en az üç beş şikayet dinleme alışılmış bir durumdu.
            — Öğretmenim, Ali oyunumuzu bozuyor!
            — Kamil bana çelme taktı öğretmenim!
            — Paramı düşürdüm öğretmenim!
Daha pek çok şikayet  dertlenme sıraya dizilirdi. Her şikayetin ayrı anlamı olurdu. Ali’yi şikayet eden çocuk, onu kolluk kuvveti olarak kullanmaktayken, parasını kaybeden, dedektiflik istemekte,  yanı başında yürüyen ve onu gölgesi gibi takip eden küçük kız, sevgiye muhtaç ilgi bekleyen duruşuyla belki de babalık yapmasını beklemekteydi. Onun gözlerindeki sevgi açlığını görüp, elini okşamak için başına götürmeye görsün, sağanak yağmurdan saçak altına sığınmış serçe kuşları gibi yanaşıverirdi koltuğunun altına.
            Öğrencilere bakarak düşüncelere dalmışken, sınıfının önünde bir koşturma çekti ilgisini. Bir grup öğrencisi;
            — Öğretmenim! Öğretmenim! Diyerek ona doğru hızla geliyordu. Onları sakinleştirdi, ne olduğunu anlamak için sorular sordu. Sıkıntılı bir biçimde elini saçlarına doğru götürdü. Akıl karıştığında, anlam veremediği durumlarda yapardı bunu. Sınıftaki bütün kalemler kaybolmuştu. Çalınma ihtimalini hızla aklından uzaklaştırdı. Onun öğrencileri yapmazdı. Onları o şuurla yetiştirmişti. Beş koca yıl emek vermiş, ruhlarını, ahlaklarını dantel gibi işlemişti. Hırsızlığın, her türden hırsızlığın en kötü şey olduğunu öğretmişti onlara. Her kötü hareketin, işlenen her suçun bir gün mutlaka ortaya çıkacağını, suçluların sonsuza kadar saklanamayacaklarını iyi biliyorlardı. Nasıl olurdu? Böyle çirkin bir olay onun sınıfında nasıl meydana gelirdi?  Sınıfa girdi, öğrencileri topladı, kaşları çatılmış, yüzü asılmıştı bir kere. Öğrencilerde de derin bir endişe gözleniyordu. Herkes yerine oturmuş öğretmenlerine bakıyordu. Onun gözünden hiçbir şey kaçmazdı. Muhakkak bulurdu bunu yapanı. Ve yanına da kar kalmazdı. Neden sonra öğretmenleri başını kaldırdı. Tek tek gözlerine baktı önce, sonra tane tane konuşmaya başladı. Öfkesini tutmakta zorlandığı belli di. Dişlerinin arasından hayal kırıklığına uğramış bir tonda çıktı ilk cümle;
     —     Bu çok yanlış bir davranış çocuklar. Eminim bunu yapanda biliyordur. Bir sonraki dinlenme saatinde hanginiz bunu yaptıysa beni bulsun, kesinlikle kızmayacağım. Dedi. Ders boyunca sınıfa bir sessizlik hâkim oldu. Öğretmenleri erdem, ahlak, doğruluk, dürüstlük, iyilik, üzerinde konuştu, durdu. Hikâyeler anlattı, kendi hayatında yaşanmış örnekler verdi. Dinlenme zili çalış dışarı çıktıklarında da yanına gelen olmadı. Ders içeri giriş zili çalıp sınıfı girdiklerinde, öğrencilerine son bir uyarıda daha bulundu. Her birinin gözlerine tek tek baktı. Sanki ruhlarının fotoğrafını çeker gibiydi. Bulamamıştı. Ne “Ben yaptım.” Diyen vardı. Ne de o bir yolunu bulup gerçeğe ulaşabilmişti. Sandalyesine oturdu. Öğrencilerini yanına çağırdı tek tek sordu. Kendince onlara son bir fırsat daha vermişti. Yine de hiç kimse “Ben yaptım.” Demiyordu. Bu hırsızlığı yapanın, avcıdan kaçıp çalı arkasına saklanan tavşan gibi yüreğinin küt küt attığını biliyordu.  Aslında bu işi yapanı utandırmak ve öğrencilerin gözünde küçük düşürmek de istemiyordu. Onun derdi bu kötü hareket bir yol olmasındı. Ne yapması gerektiğini bir türlü karar verememişti. Ama yakalayamazsa cesaret bulur yine yapardı. Öğretmen kandırdım derdi. Suç işleyenin yanına kar kalırdı. Tam pes edecekti ki gözüne, sıraların aralıklarında katlı duran masa örtüleri takıldı. Örtüleri yerinde çıkarmadan sıra sıra dolaşarak tek tek eliyle yerinde yokladı. Son sıraya geldiğinde bir demet halinde kalemler eline geldi. Öğrencisiyle göz göze geldi. Şaşırdı. Hiç ummadığı bir öğrenci idi. Deseler bu yaptı hiç ihtimal vermezdi. Öğrencinin yanakları kızardı önce, sonra gözlerini büyük bir mahcubiyetle yere indirdi. Öğretmen ellerini yavaşça çekti bir şey bulamamış gibi yorgun bitkin gidip sandalyesine oturdu. Ne yapacağını kestirmeye çalıştı. “Biraz korkması lazım!” diye düşündü. Son dinlenmeye çıktıklarında öğrenciyi öğretmenler odasına, yanına çağırttı:
       —     Beni hayal kırıklığına uğrattın Kenan !”  dedi.
       —     Yaptığın bu çirkin hareketi yetkililere bildireceğim. Diye devam etti.
       —     Nasıl yaptığını şurda yazılı olarak bana anlat. Sonrada altını imzala, dedi bir kağıt ve kalem uzatarak.
Çok ciddi görünüyordu. Kenan, sessizce kalemi alıp yamak için kağıdı düzeltirken, o günün son dersine girmek için sınıfa doğru yöneldi. İçindeki sıkıntı daha da artmıştı sanki. Yaptığının doğru olup olmadığını bilmiyordu. Aklına başka çözüm yolu da gelmemişti. Son dersi bu karışık duygular içinde geçirdi. Ders defterini işlerken, çalan zilin sesiyle birlikte öğrencilerine;
      —     İyi akşamlar çocuklar! Ödevlerinizi yapmayı unutmayın! Diyerek, çantasını topladı ve Öğretmenler odasına yöneldi. Odada Kenan elinde kalem bekliyordu. Ders saati boyunca bir sayfaya yakın bir şeyler karalamış ve altını da dediği imzalamıştı. İlçeye giden minibüsün korna sesiyle birlikte öğretmen de aceleye geldi.
        —     Ver oğlum. Diyerek, Kenan’ın elindeki kâğıdı aldı, çantasına koydu.
        —     Evde okurum, diye düşündü.
Arkadaşlarına;
       —     İyi akşamlar! Dedi.
Bekletmeden minibüsteki yerini aldı. İlçeye giden yol yarım saatten fazla sürerdi. Aklına hazır rahatlamışken Kenan'ın ne yazdığını okumak geldi. Çantasını açtı. Katlayarak koyduğu ifade kağıdını aldı. Okumaya başladı. Birden bire irkildi.
       —     Eyvah! Ben ne yaptım?  Diye döküldü ağzından ilk cümleler.
“Çok utanıyorum! İyi bir şey yapmadığımı biliyorum. Artık eve de gidemem! Kimsenin yüzüne bakamam. Artık okula da gelmeyeceğim. …….” Ve bu meyanda devam edip gidiyordu Kenan'ın yazdıkları.
     —     Eyvah! Ben ne yaptım! Dedi bir daha. Kederle, pişmanlıkla dökülüyordu dudaklarından cümleler. O andan sonrasını bir daha net olarak hatırlayamadı. İki de bir; “Ben ne yaptım! Ben ne yaptım!” deyip duruyordu. Eve nasıl geldiğinin farkına varamamıştı. Ayakları kendisini her zamanki yollarda geçirmiş, kapının önüne kadar getirmişti. Kapıyı açan eşi, onun kireç gibi beyaz yüzünü ve dalgın bakışlarını görünce;
       —     Neyin var? Diye sordu.
Çantasını içeri bırakırken,
—Yok, bir şeyim, dedi yarım yamalak. Ama çok şey vardı. Külçe gibi koltuğa çökerken; “Ya bir şey yaparsa kendine?” dedi. “Ya terk ederse evi gerçekten!” “Ya……!” Daha fazla ihtimal sıralamaya devam edemedi. Aklına bile getirmek istemiyordu. Ama bütün kötü ihtimaller yağmur gibi beynine üşüşüp duruyordu.  Olmaz değildi. Gazetelerde bundan daha basit nedenlerden dolayı evini terk eden, canına kıymayı düşünen ve hatta teşebbüs eden çocuklarla ilgili haberler yer alıyordu. Bir aralık öğrencisini aramayı düşündü. Ama gerçekle yüzleşmekten korktu. “En iyisi beklemek .” diye geçirdi içinden.
  Yarın nasıl olacaktı? Zaman onu kahredercesine uzadıkça uzuyordu. Dakikalar, gün saatler yıla dönmüştü nerdeyse. O gece hiç uyuyamadı. Gözleri tavana mıhlı, o yana bu yana döndü durdu yatakta. Eşinin;
—Neyin var bey? Sorusana,
      —Yok, bir şey. Deyip geçiştirdi. Çok şey olduğunu nasıl söyleyebilirdi ona.
Sabah olduğunda gözleri, uykusuzluktan kızarıp şişmiş göz kapaklarının altında iki karanlık çukur olmuştu. Fersiz, renksiz, cansız iki çukur. En uzun gecesiydi hayatının bu geçirdiği. İşte yeni bir gün başlıyordu. Okula gidişinin her zamanki neşesi yoktu üzerinde. Sehpaya çıkmaya hazırlanan mahkumlar gibi ağır ağır hazırlandı. Evden çıktı çıkmasına da, geri gitmek ister gibiydi adımları.
            Okula vardığında gözleriyle Kenan'ı aradı. Arkadaşlarıyla okul bahçesinde sakin sakin oynar buldu onu. Derin bir “Oh!” çekti. Omuzlarını çökerten yük, birden kalkmıştı. Gözleri ışıldamış, içindeki sevinci işaretlemek istercesine dudakları tebessümle iki yana yayılıvermişti. Yeniden doğmuştu sanki.
   —   Bir daha mı? Dedi. Ancak kendi duyacağı bir mırıltıyla. Yaptığı yanlışın büyüklüğünü düşündü. Öğretmenlik hata affetmiyordu. Bir basit yanlış yetiyordu dünyaları karartmaya. Onların hodbin ellerinden neler çekiyordu bu çocuklar? Bu meslekte tecrübe pahalı ve lükstü. “Araştırmak, soruşturmak okumak lazım.”Dedi, içinden…
………………………….
            Aradan uzun yıllar geçti. Bir daha böyle yanlışlar yapmadı. Bu ona iyi bir ders olmuştu. Onlar hata yaptığında, bedelini küçücük çocuklar ödüyordu. O zaman içinde yaşlanırken, mesleğinde de pişmiş olgunlaşmıştı. Bu süre içinde Kenan’da büyümüş, kocaman bir delikanlı olmuştu. Sebepler, ihtiyaçlar, tesadüfler onu defalarca Kenan’la karşılaştırdı. Bir arkadaş, bir dost gibi selamlaşmak, merhabalaşmak, şakalaşmak istediği öğrencisi onu her gördüğünde, ya yolunu değiştirdi, yada yanından kurşun gibi hızla yere bakarak geçti gitti. Kaybettiği bu çocuğun ardından bakarak, her seferinde bir çift söz boşluğa döküldü.
—Ne yaptım ben?
—Ne yaptım ben?

Safranbolu -1987     Hüseyin KARATAŞ


15 Nisan 2013 Pazartesi

Basamaklarda Kalır Bedenim!



Nefesim yorgun,
Gözlerimde fer yok.
İstesem bile ,
Gülistana sefer yok.
Uçmak....
Hep uçmak arzularım!
Düşer iki yana,
"Uçmak" a açılan kollarım.
Koşmak, uzanmak, tutmak isterim.
Bir fecr-i kâzip gibi,
Kaçan hayalinin ardında.
Gücüm yetmez, tükenir nefesim.
Uçar gider ruhum.
Basamaklarda kalır bedenim!

2000 Safranbolu Hüseyin KARATAŞ

Hesap İşi ve kanaviçe

         

            Sınıf öğretmenliğinden ayrılarak köyden şehre inmenin bir fırsatı olarak müdür yardımcısı olarak göreve başladığım Safranbolu Halk Eğitimi Merkezi'nde 19 güzel yıl geçindim.
Güzel dostluklar kurdum.
            Kendimi sanatın değişik alanlarında yetiştirme geliştirme fırsatı yakaladım.
Aşağıdaki çalışmalar, Öğretmen arkadaşlarımın rehberliğinde çok kıymetli kursiyerlerimizin ürünlerinden bir bukledir.
            İyi seyirler efendim.
            Emeğinize sağlık değerli kursiyerler.
            İyi ki varsınız Öğretmenlerim!!!       Haziran 2012


























Gülistan


GÜLİSTAN

Biz öğretmenlerin yaz ayları her zaman çarçabuk geçer gider. Okul yolu, her eylüle girişimizle beraber yeniden canlanır. Anne ve babalarının elinden tutmuş çocuklar, okulla kavuşmaya koşar bu ayda. Bazılarının okul duvarlarının ardındaki hayatla, ilk karşılaşması, ilk buluşmasıdır bu. Heyecan ve sevinçten minik bir kuş gibi atmaktadır yürekleri.
Ağaçların ilkbaharda, yaprağa, çiçeğe bezenip; neşeyi de canlılığı da beraberinde getirmesi gibi, yollar, caddeler öğrencilerle dolup taşmanın güzelliğine erer. Okula ulaşan her sokak, güllerin, çiçeklerin aktığı bir nehir, kenarda ölü sessizliğinde uzanmış yatan binalar, düğün evidir şimdi…
Öğrenciler, önlüklerini giyip, yakalarını takıp, çantalarını kaparak, özlemiyle yandıkları okullarına koşar. Yanlış bilgilerle donatılmış ve okuldan, öğretmenden korkutulmuş kimi öğrencileri, ilk gün yeni yuvalarına alıştırabilmek ne zahmetlidir. Bazı veliler, bu yanlış yönlendirmelerin cezasını, günlerce çocuğu ile aynı sıraları paylaşarak çeker.
Her çocuk, bilgileri, görgüleri, davranışları farklı farlı gelir ailelerinin yanından. Ne zorlu bir uğraştır, duru güzelliklerini, saf dimağlarını bozmadan, onlardan yeni besteler üretmek. Onların bağımsız, hür düşünen, onurlu bireyler olarak hayata devam etmelerini sağlamak için, gecemizi gündüzümüze katarız. Bu uğraşla geçirdiğimiz beş yıl süresince, anne ve babalarıyla olduğundan daha çok beraberizdir onlarla.
Bir anne şefkati ve hassasiyeti ile gözler ve kollarız öğrencilerimizi. Boy atıp gelişmelerine, kilo alıp büyümelerine şahit oluruz. Sevinçlerini, üzüntülerini paylaşırız. Hıçkırıkları hıçkırıklarımız, kahkahaları kahkahalarımız olur. Başardıklarında gururla kabarır göğsümüz. Bir yanlış yapsalar, suçu kendimizde arar, utanan biz oluruz. Bazen yorgunluklar, istemeden yanlış da yaptırır bize. Üzülse içlerinden biri, o gece yatak, çivili bir sandık olur, cam kırığı döşeklerde sabahlarız, gözümüzü kırpmadan.
Okul sonrası bile gözlerimiz üstlerindedir. Fabrika işçisi gibi saat beş dedi mi bitmez bizim mesaimiz. Bazen uyarırız yanlış yaptıklarında, kimi zaman tebessümle karşılarız komik yaramazlıklarını. Onlarla bir bütün oluruz sonunda. Kimi oynar, kimi dertleşir, kimi güler ve eğleniriz. Her gün onların bizi okulda beklediklerini biliriz. Hasta olamaz, rapor alamayız. Değil bir gün, bir saat bile kaytaramayız. Biliriz, öğretmensiz sınıfların yetim çocuklara döndüğünü.
Beş yıl çabuk geçer. Biz biraz daha yaşlanırız. Yıllar birkaç çizgi daha çeker yüzümüze. Ve birkaç saç daha beyazlar, dökülürken birkaçı. Ama gözlerimizdeki ışıltı hiç sönmez. İlk günkü gibi canlı, aydınlık ve sıcaktır her zaman.
Sonunda en kederli, en zor günümüz gelir. Son gün… Son gün, yürekler yanık ve sancılıdır. Yanakları al basar, burunlar kızarır yavaştan. Minicik gönüllerdeki çalkalanma, sahile vuran dalgalar gibi, inci inci taşar göz pınarlarından  Süzülür yanaklardan, oradaki yangını söndürmek istercesine. Okuldaki beraberliğimizin son dakikasını işaretlerken saatler; söyleyeceğimiz son sözleri kurarken zihnimizde, süzeriz ay parçası yüzlerini tek tek. Öyle candan… Öyle masum… Öyle sevimlidir ki bakışları… 
Nutkumuz tutulur.
………………………………………………………

İlk kelime kalır dudaklarımızda. Ve çözülür yüreğimizin bağı göz pınarlarımızdan. Bir mahşer daha yaşanır o gün…
O gün elbet son beraberliğimiz değildir onlarla. Biz, başka ayrılıklara, başka gülistanlar derler, yetiştirirken; kendilerini hep izleriz. Sorar soruştururuz fırsat buldukça. Kimi görmeden geçer gider bizi bir sokak başında yıkılırız. Kiminin ilgisizliğine gücenir, kırılırız. Onlar başardıkça, başımız dik, göğsümüz kabarık tır. Onlarla öğünürüz.
Onlarla öğünürüz!

1992 Haziran Hüseyin KARATAŞ



BİR AYRILIK GÜNÜ




Bir Ayrılık Günü

Bir sabah,
Ürkek ceylanlar gibi,
Düştünüz yollara.
Yanınızda her zorluğa
Kol kanat germiş anneniz.
Kiminiz dağlar aştı,
Sokaklar geçti kiminiz.
Minik kuşlar gibi,
Kıpır kıpırdı yüreğiniz.
Sımsıcak, gül tenlerinizle
Gülsuyundan terlerinizle geldiniz…

Yeniden yaşıyorum şimdi,
Yıllar süren hatırasını sizlerin.
Bir musiki olup sesiniz,
Bastırırdı cıvıltısını kuşların.
Dört mevsim gül açardı yanaklarınız.
Kurulurdu en tatlısı düşlerin.
Havası bir başkaydı burada,
Çok güzellerin, aferinlerin, alkışların…

Her günden daha değişik,
Bugün yüzünüzdeki ifade.
Çatık kaşlarınız yoksa
Doldu mu diyor vade?
Dudaklarınız niye öyle devrik?
Gözleriniz erik taneleri gibi iri.
Güneş neden ısıtmıyor bugün?
Ufuklar niçin inadına gri?
Dokunsam ağlayacaksınız.
Dokunsalar ağlayacağım sanki…

Ne çabuk büyüdünüz!
Köpüklü çağlayanlar gibi,
Nasıl da çabuk geçti yıllar!
Bu, son beraberliğimiz mi şimdi?
Şimdi ayrılıyor mu yollar?
…………………………………………..

Sevgili çocuklar!
Yıldızlar kadar uzaklara
Gitse de her biriniz.
İçimi güneş gibi ısıtır,
Hiç bitmeyen sevginiz.
Haydi, uçun, uçun artık.
Yaşlı gözlerle seyredeyim,
Kayboluşunuzu hızla.
Bu son uçuşunuz olsun,
Karneden kanatlarınızla…



1992  Hüseyin Karataş
Bostanbükü Köyü İlkokulu 5. Sınıf öğrencileri ile son güne ait duygular.

BÜTÜN SEVGİLER YARIM





BÜTÜN SEVGİLER YARIM

Kalplere hasret tohumları ekti,
Bir eylül rüzgârı.
Ne gezinir hayalin
Şu dik yokuşlarda,
Ne bir kahkaha duyarım.
Kahkahalar yarım…

Göğün öfkeli sesi
Gönlüme tercüman olmuş.
Duyarsın tıkırtısını
Camlarda damlaların.
Pencerene usul usul yağarım.
Yağmurlar yarım…

Ruhumu saran alevler
Bende ne varsa alır.
Uzaktan uzağa bakar,
Uzaktan uzağa söylerim, mahzun.
Uzattığım eller boşlukta kalır,
Çocuk hıçkırıklarında ağlarım.
Anlarım,
Bütün sevgiler yarım…

1989 - Safranbolu Hüseyin KARATAŞ

Cadde





Cadde

Gençlikte hayat, geniş bir cadde gibidir.
Kalabalık, hareketli, canlı, renkli, ışıklı ve arzulu.
Ve sonra, zaman ilerler,
Caddenin sonu dar sokaklara açılır.
Yüzünüzü nereye dönseniz,
Yüksek, sert ve soğuk duvarlarla karşılaşırsınız.
Artık engelli bir dünyadasınızdır.
Geniş caddelerde özgürlüğe alışmış ruhunuz,
Bu yeni girdiği yolda,
Karşılaştığı engeller yüzünden, bunalıma düşer.
Ruh, cadde ve sokak arasında gider gelir.
Tik tak. Tik tak.
Bu kader,
Caddeden sokağa ulaşan, her ruh tarafından yaşanır.
Keşke, caddede dolaşan ruhlarımız,
Dar sokakların farkında olsa
Ya da hep caddede kalsak.   

24/03/2005 - Safranbolu Hüseyin KARATAŞ

Savrulan Hayatlar!...



Savrulan Hayatlar!...

Öyle bir yerde, öyle bir anda geldik ki dünyaya…
Hepimiz savrulduk,
O yana, bu yana.
Tarihi bile yazılmadı.
Göçüp giderken son fert bu cihandan…
Ne olmuş, nasıl olmuş, niçin olmuştu kimseler bilmeyecek.
Ağızlarımız bağlı.
Karımız, kızımız, oğlumuz, yârimiz….
Kimselerle paylaşamadık.
Paylaşamadık vurgun yemiş yüreklerimizin acısını.
Hayatımızla ödemiştik bedelini,
Canımızdan harcamıştık, ne harcamışsak…
Buğulu camlar ardında, ne canlar bırakmıştık toprağın bağrına…
Hapishane duvarları ardında ne dostlar kalmıştı, yalnız, kimsesiz, çaresiz…
Onlarca yıl geçti üzerinden, hala özlemekteyim, toyluğumu, fakirliğimi, garipliğimi…
Onlarca yıldır savrulmada hayatlarımız.
Kimimiz bir mezarda buldu kendini, kimimiz bir hapishanede.
Kimimiz hastanelerin kasvetli odalarında çekti verilen cezayı.
Ve sonra, sokakların adamı oldu kimi Canlar.
Siyasetle nemalandı soluCanlar.
Umudumuz varken,
Hiçbir şeyimiz yoktu.
Şimdi her bir şeyimiz  var.
Umudumuz yok, neye yarar…
Savrula savrula geldik ellili yaşlara.
Kızlarımız, oğullarımız boyumuzca,
Torun torba sahibi olduk,
Sevemediysek de çocuklarımızı, torunlarımızdan çıkarttık acısını.
Gün ikindi oldu ömrümüzde,

Gölgeler daha uzun.
Kırmızı her renge fırçasıyla bir darbe vurdu.
Ve...
Ruhlarımız, misafir odalarında konakladığının biraz daha farkında şimdi.
Şimdi ne söylesek boş.
Yaşadıklarımız,
Gidecek bizimle beraber.
Ne haber?
Olmayacak, farkında
Hiç kimse bu sefer…

30/12/2004 -Safranbolu        Hüseyin Karataş

Leylek Hasan





Vade doldu, ömür bitti!
Leylek Hasan uçtu gitti!
Hak katına hicret etti.
Gerçek miydi, bilemedik!

13.07.1991 Gemlik Hüseyin KARATAŞ

Öylesine





                                                                        Öylesine


Güneşin batışı niçin hüzün doludur?
Boş kanepeleri görünce,
Neden kendimi terk edilmiş zannederim?
Ve...
Bir ucu gönlüme saplı hançer gibi, 
Niye uzar gider bu yollar?
Ellerin yanlışı, neden benim başımı eğer,
Yüzümü kızartır?
Sonra...
Her yağmurda ağlayışım niyedir?
Nerede yıkık ve viran bir ev görsem,
Kendime benzetirim.
Terk edilmişliği paylaşırım harabelerde.
Neden?....

                                                   1990 Safranbolu Hüseyin KARATAŞ

14 Nisan 2013 Pazar

Resimler


 Resimler

Resimlerimde saklı
En içten tebessümler.
Resimlerim dokunaklı,
Hey gidi eski günler!

1980   Horasan Hüseyin KARATAŞ

Son Basamak



Son Basamak

Gözlerimde bir avuç kum,
Kıvranmaktayım yatakta.
O gözlerim, o gözlerim,
Kırptıkça, kan damlamakta.
Unutulmaz bir hatıra kaldı,
Şimdi yalnız damakta.
Baş kaldırmış tüm duygular,
Durur dimdik ayakta.
Bana bir hayal cismin,
Aslın hayal kadar uzakta.
Her soru kafatasımda çıban,
Zonklamakta, zonklamakta.
Her yerde kar, her yerde ayaz.
Dondum kaldım bu çatakta.
Hayat denen merdiven,
Şimdi son basamakta.

1989 Safranbolu Hüseyin KARATAŞ

Uyku




Uyku

Gece neredeyse bitmek üzere.
Ben daha uyuyamadım.
Mengeneyle gerilmiş sanki,
İnmiyor göz kaplarım!

1989 Safranbolu  Hüseyin KARATAŞ



Hâl

 













         Hâl

   Ulaştığım her menzilde,
   Çıktı önüme bir duvar.
   Uyup serseri gönlüme,
   Gezer aklım, diyar diyar.
   Aşmadığım dağ kalmadı,
   Gidemem, dostun yolu dar.
   Yaşadığım bu alemde,
   Ateş üşütür, su yakar.
   Varlığın gideli beri,
   Yokluk, oldu canavar                                                                                                                                                        
   Bu nasıl düş Allah'ım?                                                                                                        
   Ben, bu benden etti firar!
   Nice hasret yangınıyla,
   Vardım sana yalvar yakar.
   Kim bilir? Kim anlar derdimi?
   Nar olmuş gözlerim, nar!
   Herkese yorgan olan toprak,
   Gel! Annem gibi beni sar!

   1988 Safranbolu   Hüseyin KARATAŞ
                                                                                                                                                               











Gittin



Gittin

Zaman, merhemi değilmiş yaraların!
Mesafeler, unutturamadı bana seni!
Gittin, ardından hatıraların,
Alıp getirdi her gün bana seni!

Ya göz kapaklarımı doldurdu kum,
Ya bir çalıya takıldı ruhum.
Yandım alevinde bir kör mumun!
Ya da yılanlar ısırdı beni!

1989 Safranbolu Hüseyin Karataş

Sen Çocuk!

Sen Çocuk!
Nereye baksam sen!
Bazen bir kahkaha olup patladın,
Bazen gözlerinde nem.
Bakışların hep sıcaktı,
Gülüşlerin se içten.
Hiç ağladın mı ayrılıklara, bilmem?
Sımsıcak bir güneş gibi doğdun,
Gönlüme gecelerden.
Sindin her yerine kalbimin,
Silemem ki silsem!
Gittiğin yerlerde sana yardım,
Diye Mevlama yalvardım.
Benzim ayrılıktan sarı ve uçuk,
Git artık!
Beni Ağlatma ÇOCUK!  1988 H.Karataş

Safranbolu Saat Kulesi


İsmail ULUKAYA, Arasta Çarşısı’nda saya ustasıdır. Geleneksel el sanatlarımızı yaşatma çabasında ki son ustalarımızdandır.
Bu gün 69 yaşında olmasına rağmen, Safranbolu Saat Kulesinin bakımını 45 yıldır hiç aksatmadan sürdürmekte olup, 12 metre yüksekliğinde ki kulenin 42 basamak merdivenini her gün inip çıkmakta, saatin bakımını gönüllü olarak yerine getirmekte, aynı zamanda tarihi saat kulesi ile ilgili yerli ve yabancı turistlere rehberlik yapmaktadır. Her gün artan sayısıyla 30 binin üstündeki turist, İsmail ULUKAYA’nın rehberliği ile bilgi sahibi olmaktadır.    

“Safranbolulular sizlere bir saat hediye edeceğim, evinize ve cebinize…”
İsmail ULUKAYA, Safranbolu’muzun yaşayan değerlerindendir. Kendisi saya ustasıdır. Uzun yıllar yemenicilik sanatıyla uğraşmış, yemenilerin sayalarını yapmıştır. İsmail ULUKAYA, aynı zamanda Safranbolu tarihinde önemli bir yer tutan tarihi saat kulesinin de bakımından ve turizme hizmet vermesinden sorumludur.
—Merhaba, nasılsınız İsmail amcacığım?
—Merhaba yavrum hoş geldin.
—-Safranbolu’nun kültürel değerleriyle ilgili sizinle bir röportaj yapmaya geldim.
—Tabii ki buyurun. (Saat çalar.)Efendim, kızımız saatimize hoş geldiniz. Sesini de duydunuz. Saatimizin özelliği sesindedir. Evet, saatimizi özetleyelim size. Saatimizin sahibi sadrazam İzzet Paşa’dır. Demirciler çarsındaki İzzet Paşa camisinden bahsediyorum.1796 yılında İzzet Paşa Camii yapılmış ve III. Selim döneminin sadrazamı kendisi.”Safranbolulular sizlere bir saat hediye edeceğim, evinize ve cebinize…”diyerek 1797’de bu kuyruklu saati yaptırmış. Çanımızın arka kısmında orijinal tarihi var. Saatimiz 215 yıllıktır.
—Sadrazam İzzet Paşa evinize cebinize birer saat derken ne anlatmak istedi acaba?
—Biraz önce saatin sesini duyduk. Ne demişti saatin sahibi? Evinize ve cebin






ize bir saat hediye ediyorum. Niye? Safranbolu’nun 2 türlü uygulaması var. Biri yazlık, biri kışlık ev. Şuan tarihi çarşı dediğimiz yer kışlık bölge. Saatimiz biraz önce vuruşunu yaptı ve zemin yüksekti.12 m yükseklikteyiz şu anda.8 tane pencere var. Bu pencereler tel örgü saatin sesi daha iyi duyulsun diye. Halkımız sesinden yararlanıyor. Yani biraz önceki sesi halkımız duymuş oldu. Aynı akım ilkbaharda çok uzaklara taşınabiliyor. Eski yıllarda olduğu gibi halkımız bu sese alışık.
—Bize biraz saatin özelliklerinden bahseder misiniz?
—Saatimiz kayıtlarda el yapımı ve en eski saat olarak geçmektedir. Saatimiz ağırlıkla çalışıyor.109+68 kg. Niye 109 kg? Az önce buçuğa geldiğinde vuruş için balyoz gibi bir ağırlık kaldırdı. Bu kurma kolu saat ağır olduğu için kaldıraç görevi yapıyor. Bununla ben saati şimdi çevireceğim ve saati sembolik olarak kurmuş olacağım. Aşağıdaki 109 kg. yukarı getirdik ve önümüzdeki Pazar günü yani 7 gün içinde saati tekrar kurmamıza gerek kalmayacak. Günümüz saatleri pil taktığımızda 1 sene çalışıyor. Duvar saati olsun, kol saati olsun, masa saati olsun hepsi pille çalışıyor.
—Safranbolu’ya hediye edilen bu saat nerede yapılmış ve bakımı nasıl sağlanmış?
 —Günümüzde ülkelerarası ticaret olduğu gibi o zamanlarda varmış. İzzet Paşamız, bu saati 1700 yıllarında İngiltere’ye sipariş vermiş, gemilerle de getirtilmiş. Sonra bu kuleyi yaptırmış ve bu emaneti bizlere teslim etmiş. Büyüklerimizde bu saati uğraşıp, çabalayıp 1965’lere kadar getirmişler. O yıllarda benim ortak çalıştığım Rıfat CONKOĞLU ustamız 1977 sonlarında bana bu saati öğretti ve ben 47 yıldır da bu saatin devamını sağlıyorum. Bakım ve korumasını da yapıyorum.
—Peki, Safranbolu Tarih Saat Kulesi’’ndeki gibi ülkemizde kaç saat vardır, biliyor musunuz?
—Ülkemiz arşiv kayıtlarında bu saat gibi 80 tane kadar saat bulunmakta ama 20’nin üzerinde saatin kaydı var kendisi yok, ya da çok bakımsız. O nedenle bunlar Gazi Üniversitesi tarafından dikkate alındı. 2010 yılının Mayıs ayında Saatler Sempozyumu yapıldı.          Yurtiçi, yurtdışı su saati, kum saati, güneş saati kayıt altın alındı. Aklınızda olsun, ülkemizin en yaşlı saati Safranbolu saati olduğu için de Saatler Sempozyumu müzemizin konferans salonunda yapıldı.120’nin üzerinde profesör ve hocalarımız tarafından 15’er dakikalık slâytlarla o saatlerin tanıtımı yapıldı. Bence güzel bir uygulama oldu. Ülkemizin toprakları bizlere emanet olduğu gibi bu değerlerimiz de bizlere emanettir. Bu eserlere halk olarak bizler sahip çıkacağız. Teşekkür ediyorum. Başka sormak istediğiniz var mı?
—İsmail amca, bu işi severek mi yapıyorsunuz?  Bu işin sizin için riskli bir yanı var mı?
 —Kızım, bu işler gönül işidir. Araştırma yaptım, saat kulesinde görev yapan Safranbolu yaşlılarından dördüncü kişi oluyorum. Yaşım itibariyle o görev yapan büyüklerimizin bazılarını tanıyamadım. Nuri Ustamız varmış. Köprülü Mehmet Paşa Camii avlusunda saatçilik yapan Hakkı Ustamızı ve Arasta Çarşısı’nda Rıfat CONKOĞLU Ustamızı tanıdım. Bunlar saati 65 sene korumuş, bugüne getirmişler ve daha sonra da bana teslim edildi. Ben de o emanetçilerin emanetçisi olarak emanet görevimi layıkıyla yapmaya gayret ediyorum. Bu hizmetin devamını sağlıyorum.
—İsmail Amca Allah size uzun ömürler versin ama siz rahatsız olduğunuzda, bir işiniz olduğunda bu sorumluluğu alabilecek biri yetiştirdiniz mi?
 —Şuan görev yapan valimiz İzzettin KÜÇÜK, Safranbolu’muzun tarihi ve kültürel değerlerini çok iyi bildiği için, unutulmaya yüz tutan meslekleri dikkate aldı. Ben 53 yıldır Kundura Sokak’taydım. Esas mesleğim olan sayacılığı yaşatmak için Arasta çarşısında bir dükkânda çalışmaktayım. O meslekleri yetiştirme bakımından. O nedenle inşallah günümüzde kalmayan yemenicilik, demircilik, semercilik, kalaycılık bunlar valilikçe, kaymakamlıkça dikkate alındı. O mesleklerden inşallah yaşatılacak. Hem bu meslekler unutulmayacak hem de işsizler iş sahibi olacak. Ama kadro gerekiyor ve bunun kadrosu yok. Kaymakamlığın görevlendirmesi ile biz bu görevi yerine getiriyoruz.. O nedenle de gelecekte nasıl meslekler dikkate alınıyorsa bunlarda alınacak. Bu emanete mutlaka sahip çıkılacak. 
—Kadro yok dediniz ama buraya bir görevlendirme yapılsa, bir şekilde bu hizmet yerine getirilemez mi?
Ben şu anda burada rehber gözüküyorum. Ama saatin bakımdan sorumlu kadrosu olan, sigortası olan birini de yetiştirmek gerek bence. İnşallah biraz önce de dediğim gibi nasıl meslekler dikkate alınıp devamı sağlanacaksa, biz de bu mesleklerin devamını sağlayacağız. İlerde sigortası, maaşı olur derim. Safranbolu, zaten dünya markası bir şehir. Kültür Bakanlığınca 1976’larda koruma altına alındı ve UNESCO tarafından da 1994’lerde korumaya alındı. Dünyada 60 tane değişime uğramayan kent kalmış. Safranbolu 20.sırada. O yüzden bu turizme sahip çıkalım derim.
—Sizce Tarihi Saat Kulesi’nin Safranbolu için önemi nedir?
Önemli, her şeyden evvel ülkemizin en yaşlı saatidir ve çıkılabilen saattir. Düşünebiliyor musunuz? Biraz önce ne demiştim 80 kadar saat kulesi var ama çıkılabilen ve en eski olan Safranbolu saati. Onun için bu bir simge. Yani ülkemiz içinde bir simge. İnşallah önümüzdeki nisan ayının 17–23 arasında saatler sempozyumunda 80 kadar saat içinden seçilen15 tanesinin maketi, Saatimizin çevresine konulacak ve Saatler Müzesi olarak ziyarete açılacak..
—Peki, Safranbolulular bu saatin kıymet’inin farkındalar mı?
Maalesef değiller. Kendi ülkemiz bile bu değerlerin farkında olamıyor. Yani ancak misafirler gelirse, saatimize veya müzemizi gezdiklerini görüyorum ben. Safranbolu’muzda bu nedir, nasıldır diye sorup bilen çok az insan var. Ancak yabancı misafirler geldiğinde müzemize veya saatimize geziyorlar. O nedenle öncelikle bulunduğumuz yeri kendimiz tanıyalım ve tanıtalım. Safranbolu’yu tanıtmak için broşürler var ama bilgi bakımından, bilgi vermek daha ayrı. Bu yüzden Safranbolu'muzu tanımak için 2 veya 3 gün kalmak lazım geliyor. Her mahallesinin tarihi özelliği olan bir yer burası.
—İsmail amcacığım, hava soğuk, siz belli bir yaştasınız, burası yüksek, üstünüzde kabanınız var, atkınız var. Nasıl oluyor da yüzünüzdeki tebessüm eksilmeden bu işi nasıl başarabiliyorsunuz?
Efendim, doğru yere geldiniz. Burada tam 42 basamak var. Ancak ben alıştım, şunca yıldır bu basamakları inip çıkıyorum. Benim içinde bir anlamda spor oluyor. Tabi yaptığımız işi sevdiğimizden bu bize zor gelmiyor.
—Artık buranın demirbaşı olmuşsunuz gördüğüm kadarıyla. Siz buradayken kaç kaymakam, kaç belediye başkanı değişti?
Tabii 47 yıldır kimler geldi, kimler geçti ama en çok İlçe Jandarma Komutanlığı’na gelen gidenleri biliyoruz. Yani onlarda misafir gönderiyorlar. Beni tanıdıklarından. Elimizden geldiğince gayret gösteriyoruz, Tanıtımı yapmağa çabalıyoruz.
Son olarak; Safranbolu’yu bir bütün olarak tanımalıyız bence. Ama o Hıdırlık tepesini Seyir tepesi yaptık ama orası önceden yağmur dualarının yapıldığı yerdi. Sefere ve savaşa gidenlerin uğurlanma yeriydi orası. Safranbolu’muz geçmişte Bartın limanına yakın olduğundan ticaret merkezi, İpek yoluna’da geçiş yoluydu. Onun için büyük pazar burası. Sinop’tan Kastamonu’dan ticaret için gelenlerin geçiş hattıydı Safranbolu.
—Her şey için çok teşekkürler. Sağ olun. Saat kulesi hakkında bilgi sahibi olduk. Verin ellerinizi öpeyim. Allah’a emanet olun. İyi günler.
—Size de iyi günler. İnşallah Saat Kulemizi tanıtmak yolunda sizlere faydalı olabilmişimdir. 


Feyza Berin DÖNMEZ                                           Elif DURMUŞ
Ünsal Tülbentçi İO 8 B Sınıfı Öğrencisi               Ünsal Tülbentçi İO Türkçe Öğretmeni      

Ayağında yemeni, Erhan Usta'ya sor beni!






Ayağında yemeni, Erhan Usta'ya sor beni!

       Yemenicilik Mesleği günümüzde unutulmaya yüz tutmuş mesleklerdendir. Yemeni Ustası Erhan BAŞKAYA, Günümüzde yemenicilik mesleğini yapan nadir insanlardan biridir. Tarihi Kent Safranbolu’da yer alan ve geçmişten günümüze yemenici ustalarına ev sahipliği yapmış olan Arasta Çarşısı’nda bir taraftan yemeni üretirken, diğer taraftan Safranbolu Halk Eğitimi Merkezinin İş-kur işbirliğinde açtığı kurslarda ve bireysel olarak da usta çırak ilişkisi içinde yemeni mesleğinin yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılması için mücadele ediyor. Bütün çabalara rağmen yemeniciliğe olan ilgi her geçen gün azalmakta, teknoloji geleneksel olana galip gelmekte, Türk Milletinin kültür değerleri bir bir unutulmaya yüz tutmaktadır. Yemenicilik mesleği hakkında bilgi almak için son yemeni ustamız Erhan BAŞKAYA’yı Arasta Çarşısı’ndaki iş yerinde ziyaret ettik.
—Erhan Usta, kolay gelsin, bize biraz kendinizden ve yaptığınız işten bahseder misiniz?
—1967 doğumlu olup,  Safranbolu’da yaşamaktayım. 1980 yılında çıraklığa girdim. Usta çırak ilişkisi içinde, 1980 yılından 1985 yılına kadar ustamın yanında çırak olarak çalıştım. Ustamın yanından ayrılınca, 5 sene de başka ustaların yanında kalfalık ve ustalık yaparak geçirdim. Yani yemeni üretebilmek için bu işe bir 10 sene emek verdim.  Yemenicilik mesleğine 1980 yılından bu güne devam ediyorum.

—Mesleğinizi seviyor musunuz?
—Sevmez olur muyum? Çok seviyorum.

—Sanırım bu kadar uzun zamandır bu mesleği yapan kişiye “Seviyor musunuz?” sorusunu sormak yanlış oldu. Mesleğinizin zorlukları var mı?
—Tabi ki zorlukları var, ama ben mesleğimi severek yaptığım için bana zor gelmiyor.

—Yemeni nedir, nasıl yapılır bize özetle anlatabilir misiniz?
—Yemeni, üstü deri, altı kösele olan tamamen doğal bir ayakkabıdır. Yemeniyi yaparken, önce deriyi sereriz. Deri iki parça olur ön ve arka, işte biz bu parçaları keseriz. Sonra bu deriyi sayacı ustasına göndererek sayasını yaptırırız. Saya işlemi biten deriyi sayacı bize getirir. Gelen deriyi yemeni kalıbına monte ederiz.  Yemeni kalıbında bir gün durur. Ondan sonra yemeninin altını yaparız, ökçesini yaparız, yani tabanını numarasına göre keser hazırlarız. Pamuk ve naylon karışımı ipimizi bal mumuyla mumlarız. Böylece ipi yemeni dikişine hazırlamış oluruz. Daha sonra kalıptan çıkardığımız yemeninin, el dikişini yaparız. Bu dikiş bir çift yemeni için bir saat 15 dakika kadar sürer.  Bu sürecin sonunda yemeni ortaya çıkmış olur.

—Safranbolu’nun yemenicilik tarihi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
1661 yılında Köprülü Mehmet Paşa Camii yapılırken camiye gelir olsun diye Arasta Çarşısı da kurulmuş, bu çarşıda yemenici esnafı için dükkânlar yapılmış. Kurtuluş Savaşı yıllarında orduya destek amacıyla Arasta Çarşı’sında yapılan yemeniler, savaşan askerlerimizin ayakkabı ihtiyacını önemli ölçüde karşılanmıştır. Ordumuzun ihtiyacı olan 50 bin ayakkabı dikkate alındığında, yemeni ustalarımızın üreterek ordumuza gönderdiği 8500 yemeninin önemi ve değeri daha iyi anlaşılacaktır.

—Yemeniyle ayakkabı arasındaki fark nedir ve yemeni mi iyidir yoksa ayakkabı mı?
Erhan BAŞKAYA: Ayakkabının yeri ayrı, yemeninin yeri ayrıdır. Yemeni evde yaz ve kış giyilir, ayakkabı kışın giyilir ama yemenin üstü deri olduğundan yağmurlu havalarda su alır bu yüzden kışın dışarıda giyilmez. Yemeninin yazın giyilmesinin sebebi, terletmez ve kokutmaz, ayrıca rutubet yapmaz, özelliği budur. Arasta Çarşısı’nda eskiden tamamen yemeni yapılırdı. Yemeninin yapımı farklıydı, hemen her kes dışarıda da yemeni giyerdi.

—Yemeni satışlarınız en çok hangi dönemlerde artış göstermektedir?
—Biz, yemenilerimizi kışın yaparız. Yazın turizm sezonu açıldığında da satırız. Mayıs ayından itibaren satışlarımızda gözle görülür artışlar olur. Sezon dışında da az olmakla birlikte satışlarımız devam eder.

Erhan Usta, yemenicilik mesleğini kimden öğrendiniz?
—Ben, yemenicilik mesleğini 1980 yılından itibaren yanında çırak olarak çalıştığım, Ahmet ÖZKAN ustamdan öğrendim. Ama başka ustalardan da bilgi beceri kaptım. Şimdi rahmetli olan, eski yemeni ustalarından Mehmet KURTULAN’dan el dikişinin sırlarını, püf noktalarını öğrendim. Ustam beni yanından hemen göndermedi, sağ olsun. Zaten kısa bir süre sonra rahmetli oldu. Yetişmeme katkı sağlayan, bende emeği olan ustalarımın hiçbiri şu anda hayatta değil. Allah hepsine rahmet etsin,  ben onların her birinden bir hüner kaptım. Hepsinden bir şeyler öğrendim. Yemenicilik sanatını çok sevdiğim için çok meraklı olduğum için zevkle yapmaktayım. Hiçbir el sanatı kolay değildir. Ancak benim gibi severek yaptığınızda zorlukları zevke ve mutluluğa dönüşüyor. Çok sevilirse kolayca yapılabilir. Mesela biz dükkânımıza sabah dokuzda geliyoruz, çoğu zaman gece on ikide, birde eve gidiyoruz. Benim hiç hafta tatilim yok. Ama çok sevdiğim için bu mesleği sürdürmeye devam ediyorum.

—Yemenicilik mesleğinden elde ettiğiniz gelir, ailenizi geçindirmeye yetiyor mu?
—Çok güzel bir sordunuz. Evet yetiyor. Bir ailenin geçimine yeter ama beş altı ailenin geçimine yetmez. Satışlar konusunda da sayın valimiz, kaymakamımız, belediye başkanımız bize desteklerini esirgemiyorlar. Onların misafirlerinin bazıları bizden yemeni alıyorlar biz de bu şekilde geçiniyoruz.

—Sizden sonra bu mesleği yürütebilecek birisi ya da birileri var mı?
—Evet, oğlum var. Oğlum, yazları yanımda çalışıyor. Ayrıca inşallah bu sene bize Kalealtı İlköğretim Okulu’ndan mezun olan öğrenciler gelecekler. Bu konuyu okul müdürümüzle de konuştuk. İstekli gayretli iki öğrenci ile haziran ayından itibaren beraber çalışacağız. Bu mesleğin yaşaması için onları yetiştirmeye gayret sarf edeceğim. Benim yanımda sürekli devam edecek şekilde çalışacaklar.

—Ahilik ile yemenicilik arasında nasıl bir ilişki var?
Bizim zamanımızda ustamızın yanında beş sene çalışırdık. Veya usta olduktan sonra bir yemeni yaptığımızda masaya koyardık ve bütün ustalar b aşına toplanır, kalfalık duası yapılırdı. Bizim zamanımızda kuşak bağlama yoktu. Bizim çıraklık dönemimizde yaptığımız yemeniye ustalar bakardı, eğer bir hata yoksa “Tamam bu usta olmuş!” derlerdi. Biz de ustamızın elini öperdik, o da bize dua ederdi. Bu şekilde usta – çırak ilişkisi devam ederdi.

—Bu çarşıda sizden başka bu mesleği yapan birisi ya da birileri var mı?
—Benden başka mesleği yapan biri kalmadı.

—Kendinizi mesleğinizde başarılı buluyor musunuz?
—Evet, başarılıyım. Zaten başarılı olmasak, bu dükkânı yaşatamayız. Ürettiğiniz yemeniler kaliteli olmazsa, kimse hatır için gelip yemeni almaz. Biz de en iyisini yapmaya gayret ediyoruz. Allah utandırmasın.

—Erhan Usta, yemenicilik mesleğini yapan kişilerde sizce hangi özellikler ve yetenekler olmalıdır?
—Az öncede söylediğim gibi, kişi mesleğini severek yaparsa, hiçbir zorluk çekmez.  Ayrıca, yaptığı işe özen göstermeli sözünü tutmalı ve meslek ahlakı olmalıdır. İnsan, yaptığı işi, önce kendisi beğenmelidir. Çünkü o beğenmezse müşteri de beğenmez.

—Yaptığınız, ürettiğiniz yemenileri kimler satın alıyor? Yemenileri kaç liraya satıyorsunuz?
—Yemenilerimizi, öncelikle yöneticilerimizin buraya gelen, yerli ve yabancı misafirleri almakta. Ama daha çok yerli misafirlerimiz geliyor. Yazın daha çok yabancı misafirlerimiz ve turistler geliyor. Yabancıların bu mesleğe büyük ilgisi var. Geleneksel bir ürün olduğu için emeğin değerini de biliyorlar. Şu anda bayanlar için ürettiğimiz yemeniler, 35 numaradan başlayıp 39 numaraya olan seride 70 liradan;  erkekler için ürettiğimiz yemeniler, 40 numaradan başlayıp 45 numaraya kadar 80 liradan satılmakta. Size pahalı gelebilir, ancak üretimde doğal malzeme kullandığımız ve yoğun emek harcadığımızdan, çok yakın bir zamanda da malzemeye  %45 dolayında zam geldiğinden, maliyet arttığı için fiyatlarımız da yükseldi.
?
—Ürettiğiniz yemeniler klasik ve tek tip. Farklı modeller düşünemez misiniz?
—Hayır, bu klasik model Safranbolu’ya ait olduğu için aslını bozmuyoruz. Klasik yemeninin üstüne model ya da çizim yapmayacağız. Yemenimizi aslına uygun olarak koruyup yaşatacağız. Tarihten bu güne gelen ve değişikliğe uğramadan insanımızın hizmetine sunulan yemenimizin niçin aslını bozmuyoruz? Çünkü aslına sadık kalarak yaşattığımız kültür değerlerimizi gelecek nesillere aktararak önemli bir hizmet vermiş oluyoruz. Tarih ile gelecek arasındaki bağı kopartmamış oluyoruz.
—Mesleğinizin en zor yönü nedir?
—Yorucu bir meslek yapıyoruz. Oturduğumuz yerden nerdeyse hiç kalkmadan saatlerce çalışıyoruz. Bir de üretim aşamalarında bali gibi yapıştırıcılar kullanıyoruz. Bu kimyasal yapıştırıcılar, insana zamanla dokunuyor, akciğerlerimize zarar veriyor, rahatsız ediyor. Nefes almakta zorlanıyoruz. İlerleyen yıllarda ciddi sağlık sorunları yaşıyoruz. Mesela ustamızın bir tanesi akciğer rahatsızlığından rahmetli oldu. Çünkü bali akciğerlerini çalışamaz hale getirmişti. Bunlar.

—Mesleğinizi kendiniz mi seçtiniz yoksa aileniz mi istedi? Tercih size bırakılsaydı gerçekten ne olmak isterdiniz?
—Mesleğim beni seçti demek daha doğru olur sanıyorum. 1979 yılında İlkokuldan mezun olduktan sonra bir sene boş durdum. Yürüme engelli olduğum için yapacağım işi seçmekte çok fazla şansım olmadı. Sonra, bizim yaşlı bir amcamız vardı sağ olsun. Onun yönlendirmesi ve desteğiyle bu mesleğe başladım. Bana, sen bunu çok güzel yaparsın falan dedi. Beni cesaretlendirdi. Ben de onun tavsiyesine uydum ve böylece mesleğe adımımı atmış oldum. Benim yemenicilik mesleğinde yaptığım her şey, onun sayesinde olmuştur. Engelli olduğum için başka bir meslek yapma imkânım yoktu. Sadece oturarak yapılacak bir meslek yapabilirdim. Yemencilik haricinde saatçilik yapabilirdim, çünkü saatçilik de oturarak yapılan bir meslektir. Mesleğimi çok severek ve zevkle yapıyorum. Bu yüzden de kesinlikle değiştirmek istemezdim. Dünyaya bir daha gelsem yine aynı mesleği yapardım.

—Yaptığınız çalışmalar sonunda kazandınız ödüller var mı? Kazandıysanız, bu güne kadar kaç ödül aldınız?
—Pek çok ödül aldım. Ancak dükkânımda sergileyemiyorum. Çalıştığım mekân 8–9 metrekare bir yer, bunların bir kısmını dükkânıma koyabildim. Belediye başkanımız, valimiz, kaymakamımız bu sanatın son temsilcisi olduğum için bana özel ödüller verdiler. Biz de onların iltifatına, marifetimizle layık olmaya çalışıyoruz.
—Bölgesel, ulusal veya uluslar arası fuarlara katılıyor musunuz?
Bu sene ilk defa bu mesleği tanıtmak amacıyla valimiz, belediye başkanımızla birlikte fuara gittik.  Güzel oldu. Orda yemeniyi tanıttık, yemeni yaptık, diktik ve çok ilgi çektik. Bunun yanında Karabük Valiliğimizin el sanatları ile ilgili yapmış olduğu belgesel film çekimlerinde yemecilik mesleği tanıtılmasına yardımcı olduk. İnşallah, yaptığımız bu çalışmalar yemenicilik mesleğinin unutulmasını, kaybolmasını önleyecektir.
 
—Erhan Usta, yanınızda yaşlı bir kundura ustasını çalıştırdığınızı söylediniz; peki sizinle birlikte sürekli çalışan bir çırağınız var mı?  Veya çırak seçmekte zorlanıyor musunuz? Bundan sonra devlet büyüklerimizden neler bekliyorsunuz?
—Şu anda çırağım yok. Çırağın olmama sebebi okullarda zorunlu eğitimin kesintisiz sekiz yıl olmasıdır. İlköğretim ve ortaöğretim bitince çocuk liseye başlıyor, bunun için de sanata eğilmiyor. Bizim zamanımızda okuldan çıkan liseye gitmezse demirci, semerci, yemenici, kunduracı gibi ustaların yanına çırak olarak girerdi.  Şimdi ise liseyi bitiren çocuklar,  sanata ilgi duymuyorlar. Çocukluğunda bu mesleğe başlamış olsa hem işini iyi öğrenir, hem de yaptığı işten zevk alır. Yemenicilik mesleğinin en büyük sorunu çırak bulamamaktır. Çırak bulma hususunda her kesimin desteğine ihtiyacımız var. Mesela Kalealtı İlköğretim Okulu’ndan mezun olan öğrencilerden ikisi, çırak olarak yanımıza gelecek. Okul bittikten sonra, haziran ayından itibaren biz bu öğrencilere eğitim vereceğiz. Valimiz ve belediye başkanımıza yemeniciliği yaşatacağız diye söz verdik. Bu mesleği öğrenmek için üç ay, beş ay yetmez. Mesela şu takımı tutmayı öğrenmek, yani bıçağı tutmayı öğrenmek bile insanın bir senesini alıyor. Ayrıca benim yanımda bir abimiz var, kendisi 55 yaşında. Sağ olsun o yazın yanıma geliyor bana yardım ediyor. Kendisi kunduracı, o yemeninin altını yapıyor, kalıba oturtuyor ben de el dikişini yapıyorum. Mesela bu Arasta Çarşımızda 48 ahşap dükkânda geçmişte mes ve yemeni üzerine işler yapılmış. Biz de bundan sonra yemeninin yaşatılması için yaptıklarımızı gelecek nesillere bir hatıra olarak bırakacağız. Ben bu mesleğin kaybolmasını, yok olmasını istemiyorum bu mesleği yaşatmak için elimden geleni yapacağım.

—Buraya gelen insanlar buradan 2–3 kutu lokum alıp evine götürüyorlar. Veya Safranbolu evi maketi alıyorlar. Bu sanatın yaşatılabilmesi için gelen turistlere yemeni satamaz mıyız? Veya Safranbolulu hemşerilerimiz,  gittikleri yere bir iki çift yemeni alıp hediye götüremezler mi? 
—Biz böyle olması için elimizden gelen bütün gayreti sarf ediyoruz. Özen gösteriyoruz. Yemeniciliği bir kişi devam ettirirse fazla yaşayamaz.  Pek çok kişinin bu mesleği yapması lazım. Ayrıca bu işin maliyeti de çok yüksek, bir çift yemeninin malzemesi 25.000–30.000 arasında oluyor. Bunun için çok çalışmak ve sabırlı olmak gerekiyor. Ama sanatı seven bir insan işinde yorulmaz, işini yorulmadan yapar. Mesela insanlar gelip benimle sohbet ettiklerinde benim yorgunluğum bitiyor. Onlara sadece yemeni satmıyoruz. Onlara yemenin hikâyesini de anlatıyoruz. Bizi dinlerken gelen turistler gözlerinde yüz yıl önceki Safranbolu’nun hayalleri canlanıyor.

—Erhan Usta size başarılar diliyorum. Hoşça kalın.
—Teşekkür ederim efendim. Güle güle.


Öznur CEYLAN                                                            Elif DURMUŞ
Ünsal Tülbentçi İO 8/B Sınıfı Öğrencisi                     Ünsal Tülbentçi İO Türkçe Öğretmeni