29 Temmuz 2017 Cumartesi

Bir dev olmak istersen, Dağlarda şarkı söyle!

karatas

Uzasan, göğe ersen, Cücesin şehirde sen;

Bir dev olmak istersen, Dağlarda şarkı söyle! (NFK)


     “Gönül odalara sığar mı heç?”
demişti şair. Evlerin etrafındaki tahtadan, darabadan, taştan duvarları gördüğünde.

     Biz, bu uçsuz bucaksız gökyüzünü, bu engin yer yüzünü, güzelliğiyle bizi serhoş eden ormanları, kırları, bayırları, kanyonları bırakıp, mezar irisi odalara hapsetmişiz kendimizi. Hiç öğrenememişiz birlikte yaşamayı, dostluğu kardeşliği. Kökleriyle bir kaya parçasını sarıp sarmalayan, adeta kucaklayan ağaca bakıp hiç düşünmemişiz üstünde “Nasıl, neden, niçin?” diye…

karatas2

     Kediler… köpekler… Olmasaydılar, ruhlarımız yalnızlığın rüzgarında üşürdü bilesiniz. Onlardan bile bir şey düşmemiş hissemize. Yaşam alanlarına saldıra saldıra çöp tenekelerinin içine tıktığımız bu hayvanlardan hiç bir şey öğrenememişiz. Halbuki bizim kadar vatandaşı, ortağı değil mi onlarda bu toprakların? Duyulmasaydı sesleri, atmayı bırakmaz mıydı yüreklerimiz?

     Günlük dağdağadan, ihtiraslardan, hırslardan uzaklaşarak, bizi cüceleştiren şehirlerden biraz öte gidebilseydik eğer; Sarıçiçek‘ten, Keltepe‘den, Ömür Ahmet Kıran‘dan, Kepez‘den Sarıkaya‘dan baksaydık dünyaya bir kartal gibi, ruhlarımız özgürleşmez miydi? Mezardaki ölüler gibi gömülmüşüz bir kaç metrelik betonlar arasına, önümüzde televizyonlar, elimizde telefonlar… Üst üste, yan yana, kelepçesiz esirler gibi dizilmiş ruhlarımız raflarda.

karatas3

     Kalkın yataklarınızdan, koltuklarınızdan; nerdeyseniz, neye uzanmışsanız işte orlardan. Stresleriyle baş başa bırakın, terk edin canavar ruhlu şehirleri. Kendinizi dağlara, köylere, bellere atın çoluk çocuğunuzla. Bırakmayın ellerinizi, sevginiz elden ele dolaşıp ısıtsın yüreklerinizi. Bir köy evinin ahşap tokmağına uzanın korkusuz, sizi karşılayan aydınlık yüzü seyredin huzurla. Muhabbetle okşayın bir köpeğin başını, bir kediyi alın omzunuza. Kucaklayın yeni doğmuş bir kuzuyu öpüp yanaklarından, gözlerinden. Dokunun gıdaklayarak kalkan bir tavuğun altındaki sıcak yumurtaya. Yaşamanın farkına, tadına varın. Kölesi değil, efendisi olun zamanın. Ve tadını çıkarın gezdiğiniz mekanın.

     Biliyorum, sizler dağlara çıkmayalı uzun zaman oldu. Uzun zaman oldu Gürleyik‘te, Beştepe‘de, Eşek Düzü‘nde Danaköy‘de, Hızarönü’nde piknik yapmayalı çoluk çocuk. Duymaz oldu kuş seslerini, paslandı kulaklarınız. Şehir aldattı sizi işvesiyle, nazıyla. Hileleri sinsice girdi damarlarınızdan. Siz dosta yad, yada oynaş oldunuz. Dar sokaklara mahkum şimdi ruhlarınız. İsterseniz bakın aynaya, aynada gördüğünüz yüzün gözlerine, göz bebeklerine taa… Çok oldu ışığı söneli, perdesi ineli. Mutluluk döküldü yanaklarınızdan bir eski duvarın boyası gibi.
Yaşayan ölüler gibi dolaşmaktasınız şehrin sokaklarında, caddelerinde şimdi. Geri sarılmaz bir film gibi boşa akıp gidiyor zaman. Çağlayan köpükleri gibi kaybolup gidiyor senin olan sana ait her imkan. Halbuki hayat, uzansanız parmak uçlarınıza değecek kadar yakın. Çevirseniz başınızı, rüzgarını hissedeceğiniz kadar dibinizde.

     Zehirli elmayı ısırmışsınız bir kere. Uyanmanızı beklemek nafile. Lanetli bir kurbağa gibi varaklamaktasınız, eskisi gibi olamayacaksınız ben öpsem bile. İçinizde bir yerlerde o duygular var biliyorum. Biraz üflesem diyorum, külün altındaki ateş yeniden yanar mı? Yansın diye üflüyorum.
Bir yağmur sonrası kapatıp gözlerinizi derin derin çekin içinize çayırın, çimenin, yosunun toprakla harman olmuş kokusunu. Oğlunuzla, kızınızla, eşinizle, aşkınızla tutuşup el ele, yürüyün yalın ayak toprağa değerek hem de. O toprak ki hem maddemiz, hem geçmişimiz, hem geleceğimiz, hem de evimiz. O toprak biziz. Bir yokuşu naralarla inip, bir yamacı tırmanın soluğunuzu kesen nefesle. Bir ağacın gölgesinde dinlenin. Bir yağmurda ıslanın Üstünüz başınız, kirpikleriniz çeşme olsun sevdiğinize, yapışırken birbirine saçlarınız.

     Papatya falı bakarken, yaz güneşinin sarısında yansın ruhunuz, hiç vazgeçmeyin dört yapraklı yoncayı aramaktan. Uzanın kırmızı gelincik tarlalarına, dokunun bir çiçeğe, tırmanın bir ağaca, atlayın bir hendekten, zıplayın bir kayaya. Sıyırın aklın sınırlarından ruhunuzu. Ve bırakın yansın gözlerinizin ışığı bir daha sönmemek üzere bütün canlılığıyla.

karatas6

16 Mart 2016 Safranbolu Hüseyin KARATAŞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder