16 Nisan 2013 Salı

Bir Hata




         Güneşli, güzel bir ilkbahar günüydü. Nöbetçi öğretmen kendisiydi. Her zamanki gibi köyün temiz havasını ciğerlerine doldura doldura, bahçede öğrencilerin arasında dolaşıyordu. Onların oyunlarını, şakalarını, arkadaşlıklarını sezdirmeden izlemek onun için tarifsiz bir zevkti. Her dinlenme saatinde en az üç beş şikayet dinleme alışılmış bir durumdu.
            — Öğretmenim, Ali oyunumuzu bozuyor!
            — Kamil bana çelme taktı öğretmenim!
            — Paramı düşürdüm öğretmenim!
Daha pek çok şikayet  dertlenme sıraya dizilirdi. Her şikayetin ayrı anlamı olurdu. Ali’yi şikayet eden çocuk, onu kolluk kuvveti olarak kullanmaktayken, parasını kaybeden, dedektiflik istemekte,  yanı başında yürüyen ve onu gölgesi gibi takip eden küçük kız, sevgiye muhtaç ilgi bekleyen duruşuyla belki de babalık yapmasını beklemekteydi. Onun gözlerindeki sevgi açlığını görüp, elini okşamak için başına götürmeye görsün, sağanak yağmurdan saçak altına sığınmış serçe kuşları gibi yanaşıverirdi koltuğunun altına.
            Öğrencilere bakarak düşüncelere dalmışken, sınıfının önünde bir koşturma çekti ilgisini. Bir grup öğrencisi;
            — Öğretmenim! Öğretmenim! Diyerek ona doğru hızla geliyordu. Onları sakinleştirdi, ne olduğunu anlamak için sorular sordu. Sıkıntılı bir biçimde elini saçlarına doğru götürdü. Akıl karıştığında, anlam veremediği durumlarda yapardı bunu. Sınıftaki bütün kalemler kaybolmuştu. Çalınma ihtimalini hızla aklından uzaklaştırdı. Onun öğrencileri yapmazdı. Onları o şuurla yetiştirmişti. Beş koca yıl emek vermiş, ruhlarını, ahlaklarını dantel gibi işlemişti. Hırsızlığın, her türden hırsızlığın en kötü şey olduğunu öğretmişti onlara. Her kötü hareketin, işlenen her suçun bir gün mutlaka ortaya çıkacağını, suçluların sonsuza kadar saklanamayacaklarını iyi biliyorlardı. Nasıl olurdu? Böyle çirkin bir olay onun sınıfında nasıl meydana gelirdi?  Sınıfa girdi, öğrencileri topladı, kaşları çatılmış, yüzü asılmıştı bir kere. Öğrencilerde de derin bir endişe gözleniyordu. Herkes yerine oturmuş öğretmenlerine bakıyordu. Onun gözünden hiçbir şey kaçmazdı. Muhakkak bulurdu bunu yapanı. Ve yanına da kar kalmazdı. Neden sonra öğretmenleri başını kaldırdı. Tek tek gözlerine baktı önce, sonra tane tane konuşmaya başladı. Öfkesini tutmakta zorlandığı belli di. Dişlerinin arasından hayal kırıklığına uğramış bir tonda çıktı ilk cümle;
     —     Bu çok yanlış bir davranış çocuklar. Eminim bunu yapanda biliyordur. Bir sonraki dinlenme saatinde hanginiz bunu yaptıysa beni bulsun, kesinlikle kızmayacağım. Dedi. Ders boyunca sınıfa bir sessizlik hâkim oldu. Öğretmenleri erdem, ahlak, doğruluk, dürüstlük, iyilik, üzerinde konuştu, durdu. Hikâyeler anlattı, kendi hayatında yaşanmış örnekler verdi. Dinlenme zili çalış dışarı çıktıklarında da yanına gelen olmadı. Ders içeri giriş zili çalıp sınıfı girdiklerinde, öğrencilerine son bir uyarıda daha bulundu. Her birinin gözlerine tek tek baktı. Sanki ruhlarının fotoğrafını çeker gibiydi. Bulamamıştı. Ne “Ben yaptım.” Diyen vardı. Ne de o bir yolunu bulup gerçeğe ulaşabilmişti. Sandalyesine oturdu. Öğrencilerini yanına çağırdı tek tek sordu. Kendince onlara son bir fırsat daha vermişti. Yine de hiç kimse “Ben yaptım.” Demiyordu. Bu hırsızlığı yapanın, avcıdan kaçıp çalı arkasına saklanan tavşan gibi yüreğinin küt küt attığını biliyordu.  Aslında bu işi yapanı utandırmak ve öğrencilerin gözünde küçük düşürmek de istemiyordu. Onun derdi bu kötü hareket bir yol olmasındı. Ne yapması gerektiğini bir türlü karar verememişti. Ama yakalayamazsa cesaret bulur yine yapardı. Öğretmen kandırdım derdi. Suç işleyenin yanına kar kalırdı. Tam pes edecekti ki gözüne, sıraların aralıklarında katlı duran masa örtüleri takıldı. Örtüleri yerinde çıkarmadan sıra sıra dolaşarak tek tek eliyle yerinde yokladı. Son sıraya geldiğinde bir demet halinde kalemler eline geldi. Öğrencisiyle göz göze geldi. Şaşırdı. Hiç ummadığı bir öğrenci idi. Deseler bu yaptı hiç ihtimal vermezdi. Öğrencinin yanakları kızardı önce, sonra gözlerini büyük bir mahcubiyetle yere indirdi. Öğretmen ellerini yavaşça çekti bir şey bulamamış gibi yorgun bitkin gidip sandalyesine oturdu. Ne yapacağını kestirmeye çalıştı. “Biraz korkması lazım!” diye düşündü. Son dinlenmeye çıktıklarında öğrenciyi öğretmenler odasına, yanına çağırttı:
       —     Beni hayal kırıklığına uğrattın Kenan !”  dedi.
       —     Yaptığın bu çirkin hareketi yetkililere bildireceğim. Diye devam etti.
       —     Nasıl yaptığını şurda yazılı olarak bana anlat. Sonrada altını imzala, dedi bir kağıt ve kalem uzatarak.
Çok ciddi görünüyordu. Kenan, sessizce kalemi alıp yamak için kağıdı düzeltirken, o günün son dersine girmek için sınıfa doğru yöneldi. İçindeki sıkıntı daha da artmıştı sanki. Yaptığının doğru olup olmadığını bilmiyordu. Aklına başka çözüm yolu da gelmemişti. Son dersi bu karışık duygular içinde geçirdi. Ders defterini işlerken, çalan zilin sesiyle birlikte öğrencilerine;
      —     İyi akşamlar çocuklar! Ödevlerinizi yapmayı unutmayın! Diyerek, çantasını topladı ve Öğretmenler odasına yöneldi. Odada Kenan elinde kalem bekliyordu. Ders saati boyunca bir sayfaya yakın bir şeyler karalamış ve altını da dediği imzalamıştı. İlçeye giden minibüsün korna sesiyle birlikte öğretmen de aceleye geldi.
        —     Ver oğlum. Diyerek, Kenan’ın elindeki kâğıdı aldı, çantasına koydu.
        —     Evde okurum, diye düşündü.
Arkadaşlarına;
       —     İyi akşamlar! Dedi.
Bekletmeden minibüsteki yerini aldı. İlçeye giden yol yarım saatten fazla sürerdi. Aklına hazır rahatlamışken Kenan'ın ne yazdığını okumak geldi. Çantasını açtı. Katlayarak koyduğu ifade kağıdını aldı. Okumaya başladı. Birden bire irkildi.
       —     Eyvah! Ben ne yaptım?  Diye döküldü ağzından ilk cümleler.
“Çok utanıyorum! İyi bir şey yapmadığımı biliyorum. Artık eve de gidemem! Kimsenin yüzüne bakamam. Artık okula da gelmeyeceğim. …….” Ve bu meyanda devam edip gidiyordu Kenan'ın yazdıkları.
     —     Eyvah! Ben ne yaptım! Dedi bir daha. Kederle, pişmanlıkla dökülüyordu dudaklarından cümleler. O andan sonrasını bir daha net olarak hatırlayamadı. İki de bir; “Ben ne yaptım! Ben ne yaptım!” deyip duruyordu. Eve nasıl geldiğinin farkına varamamıştı. Ayakları kendisini her zamanki yollarda geçirmiş, kapının önüne kadar getirmişti. Kapıyı açan eşi, onun kireç gibi beyaz yüzünü ve dalgın bakışlarını görünce;
       —     Neyin var? Diye sordu.
Çantasını içeri bırakırken,
—Yok, bir şeyim, dedi yarım yamalak. Ama çok şey vardı. Külçe gibi koltuğa çökerken; “Ya bir şey yaparsa kendine?” dedi. “Ya terk ederse evi gerçekten!” “Ya……!” Daha fazla ihtimal sıralamaya devam edemedi. Aklına bile getirmek istemiyordu. Ama bütün kötü ihtimaller yağmur gibi beynine üşüşüp duruyordu.  Olmaz değildi. Gazetelerde bundan daha basit nedenlerden dolayı evini terk eden, canına kıymayı düşünen ve hatta teşebbüs eden çocuklarla ilgili haberler yer alıyordu. Bir aralık öğrencisini aramayı düşündü. Ama gerçekle yüzleşmekten korktu. “En iyisi beklemek .” diye geçirdi içinden.
  Yarın nasıl olacaktı? Zaman onu kahredercesine uzadıkça uzuyordu. Dakikalar, gün saatler yıla dönmüştü nerdeyse. O gece hiç uyuyamadı. Gözleri tavana mıhlı, o yana bu yana döndü durdu yatakta. Eşinin;
—Neyin var bey? Sorusana,
      —Yok, bir şey. Deyip geçiştirdi. Çok şey olduğunu nasıl söyleyebilirdi ona.
Sabah olduğunda gözleri, uykusuzluktan kızarıp şişmiş göz kapaklarının altında iki karanlık çukur olmuştu. Fersiz, renksiz, cansız iki çukur. En uzun gecesiydi hayatının bu geçirdiği. İşte yeni bir gün başlıyordu. Okula gidişinin her zamanki neşesi yoktu üzerinde. Sehpaya çıkmaya hazırlanan mahkumlar gibi ağır ağır hazırlandı. Evden çıktı çıkmasına da, geri gitmek ister gibiydi adımları.
            Okula vardığında gözleriyle Kenan'ı aradı. Arkadaşlarıyla okul bahçesinde sakin sakin oynar buldu onu. Derin bir “Oh!” çekti. Omuzlarını çökerten yük, birden kalkmıştı. Gözleri ışıldamış, içindeki sevinci işaretlemek istercesine dudakları tebessümle iki yana yayılıvermişti. Yeniden doğmuştu sanki.
   —   Bir daha mı? Dedi. Ancak kendi duyacağı bir mırıltıyla. Yaptığı yanlışın büyüklüğünü düşündü. Öğretmenlik hata affetmiyordu. Bir basit yanlış yetiyordu dünyaları karartmaya. Onların hodbin ellerinden neler çekiyordu bu çocuklar? Bu meslekte tecrübe pahalı ve lükstü. “Araştırmak, soruşturmak okumak lazım.”Dedi, içinden…
………………………….
            Aradan uzun yıllar geçti. Bir daha böyle yanlışlar yapmadı. Bu ona iyi bir ders olmuştu. Onlar hata yaptığında, bedelini küçücük çocuklar ödüyordu. O zaman içinde yaşlanırken, mesleğinde de pişmiş olgunlaşmıştı. Bu süre içinde Kenan’da büyümüş, kocaman bir delikanlı olmuştu. Sebepler, ihtiyaçlar, tesadüfler onu defalarca Kenan’la karşılaştırdı. Bir arkadaş, bir dost gibi selamlaşmak, merhabalaşmak, şakalaşmak istediği öğrencisi onu her gördüğünde, ya yolunu değiştirdi, yada yanından kurşun gibi hızla yere bakarak geçti gitti. Kaybettiği bu çocuğun ardından bakarak, her seferinde bir çift söz boşluğa döküldü.
—Ne yaptım ben?
—Ne yaptım ben?

Safranbolu -1987     Hüseyin KARATAŞ


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder