GÜLİSTAN
Biz öğretmenlerin yaz ayları her zaman çarçabuk geçer gider. Okul yolu,
her eylüle girişimizle beraber yeniden canlanır. Anne ve babalarının elinden
tutmuş çocuklar, okulla kavuşmaya koşar bu ayda. Bazılarının okul duvarlarının
ardındaki hayatla, ilk karşılaşması, ilk buluşmasıdır bu. Heyecan ve sevinçten
minik bir kuş gibi atmaktadır yürekleri.
Ağaçların ilkbaharda, yaprağa, çiçeğe bezenip;
neşeyi de canlılığı da beraberinde getirmesi gibi, yollar, caddeler
öğrencilerle dolup taşmanın güzelliğine erer. Okula ulaşan her sokak, güllerin,
çiçeklerin aktığı bir nehir, kenarda ölü sessizliğinde uzanmış yatan binalar,
düğün evidir şimdi…
Öğrenciler, önlüklerini
giyip, yakalarını takıp, çantalarını kaparak, özlemiyle yandıkları okullarına
koşar. Yanlış bilgilerle donatılmış ve okuldan, öğretmenden korkutulmuş kimi
öğrencileri, ilk gün yeni yuvalarına alıştırabilmek ne zahmetlidir. Bazı
veliler, bu yanlış yönlendirmelerin cezasını, günlerce çocuğu ile aynı sıraları
paylaşarak çeker.
Her çocuk, bilgileri, görgüleri, davranışları farklı farlı gelir
ailelerinin yanından. Ne zorlu bir uğraştır, duru güzelliklerini, saf
dimağlarını bozmadan, onlardan yeni besteler üretmek. Onların bağımsız, hür
düşünen,
onurlu bireyler olarak hayata devam etmelerini sağlamak için, gecemizi
gündüzümüze katarız. Bu uğraşla geçirdiğimiz beş yıl süresince, anne ve
babalarıyla olduğundan daha çok beraberizdir onlarla.
Bir anne şefkati ve hassasiyeti ile gözler ve
kollarız öğrencilerimizi. Boy atıp gelişmelerine, kilo alıp büyümelerine şahit
oluruz. Sevinçlerini, üzüntülerini paylaşırız. Hıçkırıkları hıçkırıklarımız,
kahkahaları kahkahalarımız olur. Başardıklarında gururla kabarır göğsümüz. Bir
yanlış yapsalar, suçu kendimizde arar, utanan biz oluruz. Bazen yorgunluklar,
istemeden yanlış da yaptırır bize. Üzülse içlerinden biri, o gece yatak, çivili
bir sandık olur, cam kırığı döşeklerde sabahlarız, gözümüzü kırpmadan.
Okul sonrası bile gözlerimiz üstlerindedir. Fabrika işçisi gibi saat
beş dedi mi bitmez bizim mesaimiz. Bazen uyarırız yanlış yaptıklarında, kimi
zaman tebessümle karşılarız komik yaramazlıklarını. Onlarla bir bütün oluruz
sonunda. Kimi oynar, kimi dertleşir, kimi güler ve eğleniriz. Her gün onların
bizi okulda beklediklerini biliriz. Hasta olamaz, rapor alamayız. Değil bir
gün, bir saat bile kaytaramayız. Biliriz, öğretmensiz sınıfların yetim
çocuklara döndüğünü.
Beş yıl çabuk geçer. Biz biraz daha yaşlanırız. Yıllar birkaç çizgi
daha çeker yüzümüze. Ve birkaç saç daha beyazlar, dökülürken birkaçı. Ama
gözlerimizdeki ışıltı hiç sönmez. İlk günkü gibi canlı, aydınlık ve sıcaktır
her zaman.
Sonunda en kederli, en zor günümüz gelir. Son gün… Son gün, yürekler
yanık ve sancılıdır. Yanakları al basar, burunlar kızarır yavaştan. Minicik
gönüllerdeki çalkalanma, sahile vuran dalgalar gibi, inci inci taşar göz pınarlarından Süzülür yanaklardan, oradaki yangını söndürmek istercesine.
Okuldaki beraberliğimizin son dakikasını işaretlerken saatler; söyleyeceğimiz
son sözleri kurarken zihnimizde, süzeriz ay parçası yüzlerini tek tek. Öyle
candan… Öyle masum… Öyle sevimlidir ki bakışları…
Nutkumuz tutulur.
………………………………………………………
İlk kelime kalır dudaklarımızda. Ve çözülür yüreğimizin bağı
göz pınarlarımızdan. Bir mahşer daha yaşanır o gün…
O gün elbet son beraberliğimiz değildir onlarla. Biz, başka
ayrılıklara, başka gülistanlar derler, yetiştirirken; kendilerini hep izleriz.
Sorar soruştururuz fırsat buldukça. Kimi görmeden geçer gider bizi bir sokak
başında yıkılırız. Kiminin ilgisizliğine gücenir, kırılırız. Onlar başardıkça,
başımız dik, göğsümüz kabarık tır. Onlarla öğünürüz.
Onlarla öğünürüz!
1992 Haziran Hüseyin KARATAŞ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder