15 Nisan 2013 Pazartesi

Gülistan


GÜLİSTAN

Biz öğretmenlerin yaz ayları her zaman çarçabuk geçer gider. Okul yolu, her eylüle girişimizle beraber yeniden canlanır. Anne ve babalarının elinden tutmuş çocuklar, okulla kavuşmaya koşar bu ayda. Bazılarının okul duvarlarının ardındaki hayatla, ilk karşılaşması, ilk buluşmasıdır bu. Heyecan ve sevinçten minik bir kuş gibi atmaktadır yürekleri.
Ağaçların ilkbaharda, yaprağa, çiçeğe bezenip; neşeyi de canlılığı da beraberinde getirmesi gibi, yollar, caddeler öğrencilerle dolup taşmanın güzelliğine erer. Okula ulaşan her sokak, güllerin, çiçeklerin aktığı bir nehir, kenarda ölü sessizliğinde uzanmış yatan binalar, düğün evidir şimdi…
Öğrenciler, önlüklerini giyip, yakalarını takıp, çantalarını kaparak, özlemiyle yandıkları okullarına koşar. Yanlış bilgilerle donatılmış ve okuldan, öğretmenden korkutulmuş kimi öğrencileri, ilk gün yeni yuvalarına alıştırabilmek ne zahmetlidir. Bazı veliler, bu yanlış yönlendirmelerin cezasını, günlerce çocuğu ile aynı sıraları paylaşarak çeker.
Her çocuk, bilgileri, görgüleri, davranışları farklı farlı gelir ailelerinin yanından. Ne zorlu bir uğraştır, duru güzelliklerini, saf dimağlarını bozmadan, onlardan yeni besteler üretmek. Onların bağımsız, hür düşünen, onurlu bireyler olarak hayata devam etmelerini sağlamak için, gecemizi gündüzümüze katarız. Bu uğraşla geçirdiğimiz beş yıl süresince, anne ve babalarıyla olduğundan daha çok beraberizdir onlarla.
Bir anne şefkati ve hassasiyeti ile gözler ve kollarız öğrencilerimizi. Boy atıp gelişmelerine, kilo alıp büyümelerine şahit oluruz. Sevinçlerini, üzüntülerini paylaşırız. Hıçkırıkları hıçkırıklarımız, kahkahaları kahkahalarımız olur. Başardıklarında gururla kabarır göğsümüz. Bir yanlış yapsalar, suçu kendimizde arar, utanan biz oluruz. Bazen yorgunluklar, istemeden yanlış da yaptırır bize. Üzülse içlerinden biri, o gece yatak, çivili bir sandık olur, cam kırığı döşeklerde sabahlarız, gözümüzü kırpmadan.
Okul sonrası bile gözlerimiz üstlerindedir. Fabrika işçisi gibi saat beş dedi mi bitmez bizim mesaimiz. Bazen uyarırız yanlış yaptıklarında, kimi zaman tebessümle karşılarız komik yaramazlıklarını. Onlarla bir bütün oluruz sonunda. Kimi oynar, kimi dertleşir, kimi güler ve eğleniriz. Her gün onların bizi okulda beklediklerini biliriz. Hasta olamaz, rapor alamayız. Değil bir gün, bir saat bile kaytaramayız. Biliriz, öğretmensiz sınıfların yetim çocuklara döndüğünü.
Beş yıl çabuk geçer. Biz biraz daha yaşlanırız. Yıllar birkaç çizgi daha çeker yüzümüze. Ve birkaç saç daha beyazlar, dökülürken birkaçı. Ama gözlerimizdeki ışıltı hiç sönmez. İlk günkü gibi canlı, aydınlık ve sıcaktır her zaman.
Sonunda en kederli, en zor günümüz gelir. Son gün… Son gün, yürekler yanık ve sancılıdır. Yanakları al basar, burunlar kızarır yavaştan. Minicik gönüllerdeki çalkalanma, sahile vuran dalgalar gibi, inci inci taşar göz pınarlarından  Süzülür yanaklardan, oradaki yangını söndürmek istercesine. Okuldaki beraberliğimizin son dakikasını işaretlerken saatler; söyleyeceğimiz son sözleri kurarken zihnimizde, süzeriz ay parçası yüzlerini tek tek. Öyle candan… Öyle masum… Öyle sevimlidir ki bakışları… 
Nutkumuz tutulur.
………………………………………………………

İlk kelime kalır dudaklarımızda. Ve çözülür yüreğimizin bağı göz pınarlarımızdan. Bir mahşer daha yaşanır o gün…
O gün elbet son beraberliğimiz değildir onlarla. Biz, başka ayrılıklara, başka gülistanlar derler, yetiştirirken; kendilerini hep izleriz. Sorar soruştururuz fırsat buldukça. Kimi görmeden geçer gider bizi bir sokak başında yıkılırız. Kiminin ilgisizliğine gücenir, kırılırız. Onlar başardıkça, başımız dik, göğsümüz kabarık tır. Onlarla öğünürüz.
Onlarla öğünürüz!

1992 Haziran Hüseyin KARATAŞ



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder